2 Mart 2024 Cumartesi

İç Döküntüsü*

     Az önce bir film bitirdim. Gerçek hayattan uyarlanan ve bir uçak kazasının ardından karlı dağların arasında kırk kişinin her şeyden uzakta hayatta kalma mücadelesini anlatıyordu. Olağanüstü gerçeklikte çekilen sahneleriyle orada onlarla berabermişsiniz gibi hissedebiliyordum. Soğuktan birbirlerine sarıldıkları ya da açlıktan ölmemek için buldukları-normal şartlarda değil, her şartta korkunç- yöntemlerle beni çok kez ağlattı bu yaşam mücadelesi. Ama ağlarken, daha doğrusu bu aralar bir yaşam mücadelesini ya da savaş ortamını gösteren herhangi bir kurgu yapım izlediğimde aklımda sadece şu an Gazze'de birilerinin bunu gerçekten yaşadığı ve  kimsenin de onlara yardım etmediği oluyor. Ağladıklarım Gazze'deki kardeşlerim. Bizden ayrı düşmüş, sarıp sarmalayamadığım, ekmeğimi bölüşemediğim kardeşlerim. Bu film özelinde bu olayı gerçekten yaşamış ve bu mücadeleleri filmlere konu olmuş insanlara da üzüldüm tabii. Gönlüm geniş, üzülebilme kapasitem yüksek. 

    İki haftadır vaktimi almasını önlemek için sosyal medya hesabımı kapattım. Haber izleme alışkanlığım uzun zamandır kullanım dışı. Hâl böyle olunca şu an Gazze'de neler olup bittiğinden haberim yok. Haberim olsa mı daha iyi olmasa mı daha iyi, hâlen karar veremedim. Bir yandan da binlerce insan öldürülürken ve hatta yaşamak zorunda bırakıldıkları şartlar düşünüldüğünde ölmekten beter edilirken hâlâ kendi psikolojimizi düşünen kırılganlığımızı da affedemiyorum. "Ya sen biraz travmatize ol artık güzelim!" diyorum kendime. Ama onların hissettiğini tahmin ettiğim çaresizlik ve yardımsızlık duygusuna kendimi bıraktığımda da içinden bir daha çıkamamaktan korkuyorum.  Neden korkuyorum, ben kendi küçük dünyamda çok üzülsem ne olur? Birilerine bir şeyler anlatabilme, hatrı sayılır kalabalıkları Gazze'nin onurlu mücadelesiyle tanıştırabilme, onlara Filistin'in tarihini anlatabilme imkanı için çalışma gücümü kaybederim. Hâlbuki bu benim orada vahşice katledilen ve soykırıma uğrayan kardeşlerim için yapabileceğim, elimden gelen tek şey. Bu amaca tutunup çalışabilmek için Rabbimin yarattığı bu hassas ruhumun sağlığına da dikkat etmek zorundayım. Böyle ikna ediyorum işte kendimi haberlerden gözümü kaçırırken. 

    Üniversitedeyken Suriye'ye okul olarak bir yardım kampanyası düzenlemiştik. Tırlar dolusu yardımları okulda topluyor, tasnif ediyor, paketleyip gönderiyorduk. Ben de zamanımın çoğunu bu çalışmaların bir ucundan tutarak geçiriyordum. Bir gün öyle şevkle yardımlar gönderirken, bir dişe dokunduğumuz inancına sarılmışken yüz binlerce insanın öldürüldüğü haberini aldık. Birkaç gün öğrenci evimdeki odamdan çıkamamıştım üzüntüden. Saatlerce ağlamak kimseyi geri getirmedi ama göğsümün üstüne oturan o öküzü dışarı atmamı sağlamıştı. Şimdi biliyorum ki kendimi bir bıraksam günlerce ağlarım, elimi eteğimi her şeyden çekerim. Ki bazen buna çok ihtiyaç duyuyorum. Çünkü biz bir vücudun azaları gibiydik ve benim kolum bacağım Gazze'de anestezisiz kesilmiş, ben burada hiçbir şey olmamış gibi ayakta durmaya çalışıyorum. Gözümün önünden hiç silinmeyen görüntülerle bir yandan öfkemi diri tutup bir yandan ne geliyorsa elimden onu yapmaya çalışıyorum. Çünkü kalbi olan bir insan olarak gayretimden başka tutunacak şey bulamıyorum. Biraz da terk edilmiş hissediyorum açıkçası, yalan yok. Ama yine de O'ndan başka kimsemiz olmadığını bilerek Hz. Yunus'un balığın karnında sıkışmışken ettiği duayı ediyorum her birimiz için Rabbimizin rahmetini umut ederek: La ilahe illa ente sübhaneke, innî küntü minezzalimîn!

*Döküntü TDK: Dökülmüş, saçılmış şeyler.