23 Ekim 2022 Pazar

SEVMEYİ SÜRDÜR, SÜRDÜRMEYİ SÜRDÜR*

   Hoparlörden çıkan mekanik kadın sesi “Bir sonraki durak Süreyya Plajı.” dediğinde hızlıca sayfanın son cümlesini de okuyup kitabı çantasına koydu. Edebiyat vardiyasını müziğe devretmişti. Kulaklığını takıp telefon ekranında beliren play tuşuna tıkladı. Melodi çalmaya başladığı esnada derin bir nefes bırakıp gözlerini birkaç saniye kapalı tuttu ve sonra ağır ağır kaldırdı göz kapağını. Bu sırada istasyona varmıştı tren. Ayağa kalkıp kapılar açılana kadar kararmaya yüz tutmuş gökyüzünü izledi. Gözlerine dolan yaşları biraz daha bekletmek ister gibi kafasını yukarıya kaldırıp derin bir nefes aldı. Haftada iki üç kez geldiği bu istasyonda “Nasılsa kimse beni tanımıyor.” rahatlığıyla ağlamayı göze alamadı, tanırlardı çünkü. Halini hatrını soracak türden bir tanıdıklık değildi belki ama her karşılaştıklarında “Bu kız geçen gün istasyonda ağlıyordu.” denecek türden bir tanıdıklık olurdu. 

    Trenden iner inmez kendisinin de şaşırdığı bir hızla istasyondan sahile inen caddeyi yürüdü. Sahil yolunu aşıp deniz kenarına vardığında kendini bir ağaç dibine attı. Artık kendini tutamayıp hıçkırıklarla ağladı. Kulaklığı, ağlayışını daha da katmerlendiren şarkıya rağmen çıkardı. Parmaklarındaki yüzükleri bir bir çıkardı. Ne zaman gözlerinden yaşlar süzülse havaalanına giriyormuş gibi üzerindeki metallerden kurtuluyordu. Kesin enerji zırvalıklarıyla bir ilişkisi vardı bunun da.

    Neden hayat bu kadar zorluydu onun için? Neden herkesin hayatı bir filmin mutlu sonu gibiyken onunki her şeyin arapsaçına döndüğü ortası gibiydi? Her şey tamam ama sevilmek de bu kadar zor muydu? Ne yaparsa hak ettiği sevgiyi bulacaktı, bulanlar hak ettikleri için mi bu kadar seviliyordu? Tamam sevilmedi, öyleyse yıllarca ümit verilmeseydi. Sevilmemenin üzerine bir de böyle cezalandırılmayı mı hak etmişti? Daha fazla düşünmek ve Rabbini gücendirmek istemiyordu.    

    Bir derin nefes daha. Yalnız olan başka arkadaşları da vardı ama onların akılları başlarında olduğundan olsa gerek bu kadar acı çekmiyorlardı. Kendisinin aklı başında değil de “kalbi başında” bir insan olduğunu derste fark etmişti. Öğretmen konuyu anlatırken “Vücudumuzu hangi organ yönetiyordu?” diye sormuş, sınıftakiler ve öğretmen beyin derken kendisi gayri ihtiyari “kalp” deyivermişti. Herkesin üzerine çevirdiği bakışları altında taşlar yerine oturmuştu. Onu yöneten kalbiydi. Bu yüzdendi her duyguyu çok yoğun yaşaması, sevmeyi çok sevmesi ve hayatla baş edememesi. Hatta belki duygusal yeme problemi de bundandı. 

    Kendisini tedirgin etse de bu hayatı yaşamamayı dilediği oluyordu. Bu hayat içine yaratılmamış olsa bir kelebek olarak cennette yaşayıp gideceğini sanıyordu. Ancak lisans diploması elinden alınır diye bu fikrini pek dillendirmiyordu. Bu düşünceler zihninde uçuştuğu sırada gökyüzü lacivert rengini almış, çevresinde neşeli gruplar belirmeye başlamıştı. Eve gitme zamanıydı artık. Sevmeyi ve buna rağmen yaşamayı sürdürme zamanı... 

*Yeditepe İstanbul dizisinden alıntıdır: Savaşmayı ve sevmeyi sürdür, sürdürmeyi sürdür.

15 Ağustos 2022 Pazartesi

Derviş Hakkında Yanılıyor Muyuz?

    Rebi Fanzin'de yayınlanan "Derviş Hakkında Yanılıyor Muyuz?" başlıklı yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

15 Haziran 2022 Çarşamba

Yolculuk Nereye?

      Uzun bir zaman oldu, gelecek ve geçmişle koyun koyuna yaşamaya başlayalı. Bir ayağım geçmişte bir kapana yakalanmış, kendimi kurtarmaya muktedir değilim. Bir ayağım bugünde ama gözlerimi ufka dikmişim, bir adım atmaya cesaretim yok. İbrahim Tenekeci basit bir formül sunuyor "Bakarsan uzaktır, yürürsen yakın." derken. Yaşarken sandığım kadar basit olmadığını anlıyorum.
    İnsan bir olaya, zamana, kişiye takılıp kalırken süreç içinde  kendisine ne yaptığının ya da ne olduğunun farkına varamıyor. Fark ettiğinde ise geri döndürmek için yapabileceği hiçbir şey olmuyor. Beni psikolojik olarak zorlayan durumlar karşısında ne yapmam gerektiğini hâlâ tam olarak çözemedim. Psikolojiyle hep içli dışlı olduğum hâlde kendi hâlime büsbütün yabancı kalıyorum bazen. Birkaç sene önceki bilgilerim ve okumalarım bizi kötü etkileyen yaşanmışlıklar konusunda yapılması gerekenin affetmek ve yolumuza devam etmek olduğunu söylüyordu. Bugün ise affetmekte çok da acele etmemek gerektiği, öfkeyi ve kızgınlığı doyasıya yaşamak gerektiğini söylüyor. Bu kılavuzlukların dışında olmasını beklediğim tek şey ise zamanın geri dönmesi bazen. Teknoloji ne zaman bir yerden bir yere, bir zamandan diğer zamana ışınlanabileceğimiz kadar gelişecek diye merakla bekliyorum. The Flash dizisinde çok hızlı koşabilen süper kahramanımız bir daire şeklinde süper gücünü kullanarak koşmaya başladıktan bir süre sonra geçmişe açılan bir geçit görüyor ve çocukluğuna gidiyordu. Ben de bir süredir aynı yerde koşuyorum süper hızlı olmasa da. Fizik buna izin veriyor olsa benim de en azından 17-18 yaşıma dönmem gerekirdi. Tabii bu hayatıma bizzat kendi seçimlerimle gelmişken tekrar başa döndüğümde aynı yollarda yürümeyeceğimden beni emin kılan ne bilmiyorum. Belki aynı hataları daha iyi yapardım, belki bu defa yanlışlarımdan bir şeyler öğrenirdim. Öğrenme yanlış yaparak gerçekleşir öyle değil mi? Öğrencilerime bunu diyorum netleri kötü çıkınca. "Peki bunca yanlıştan sen ne öğrendin?" derseniz, ben de size geceleri Rabbime "Allah'ım bu olanlardan ne öğrenmem gerekiyordu? Neyi kaçırıyorum ki bir sonraki seviyeye geçemedim?" diye sorduğumu söylerim.
      Yolun sonunu kestiremediğim bir yolda yürüyorum. Yoğun bir çalışma dönemi geçirdiğimden mi, dertleşmek için daha profesyonel bir yol bulduğumdan mı yoksa dertlerim artık paylaşmakla rahatlanmayacak seviyeye geldiği için mi bilinmez, daha az yazdığım sır değil. Bu sebeplere bir sebep de iki aydır devam ettiğim editörlük atölyesinden sonra katıldı. Artık yazdıklarımdan sonra "Benim bu yazdıklarım bir başkası için neden okunabilir olsun? İnsanları ilgilendirecek ne anlatıyorum?" kaygısı ortaya çıktı. Bu kaygı kısa vadede yazmamı engelliyor olsa da uzun vadede daha iyi metinler yazmamı sağlayacaktır diye umut ediyorum. Son derece öznel buhranlarımı okuyan, yolculuğuma eşlik eden dostlarıma selamlarımla...
     

7 Mart 2022 Pazartesi

16 Ocak 2022 Pazar

Yeni Kabuğum

Bugün 27 yaşıma giriyorum. Gelişim psikolojisinde “genç yetişkinlik” olarak adlandırılan dönemdeyim. Annemin bana kızdığında “30 yaşında kadın oldun” diye kızacağı yaştayım. Bundan böyle yapacağım hatalar için kimse “O daha çocuk” diye aklayamayacak beni. “Yaşlandı artık canım” diye mazur görülmek içinse çok gencim. Yahut ben bugün verdiğim kararlar için annemi, babamı, yetiştiğim ortamı ya da çocukluğumu suçlayamayacağım. Bunların hiçbiri yirmi yedi yaşa özel değil elbette. İnsan bir noktada hayatının sorumluluğunu başkasının üzerine atmanın çok kolay, tatlı ve anlamsız olduğunu kavrıyor. Samimiyetten küçük bir pay aldıysanız bu tatlı kandırmaca oldukça tatsız bir hal alıyor. Otuza bu kadar yaklaşmışken kendim adına uzun zamandır aklımdan geçen bu düşünceleri kayıt altına almak istedim.  

Üniversite yıllarımda hatırı sayılır derecede neşeli, kahkahalı, iyimser bir gençtim. Mezuniyet günümde zirveye ulaşan mutluluk seviyem ise zaman geçtikçe düşmeye başlamıştı. Mezuniyet sonrası yapmayı planladıklarımla arama bazı akademik hayal kırıklıkları ve gelecek kaygısı girdi. Sonra da arkadaşlarımın “Neden eskisi gibi neşeli değilsin? Artık daha durgunsun. Neden böyle oldu?” sorularına muhatap oldum. Ben bu halimi onlar dikkat çektikten sonra fark ettim ve ben de onlar gibi cevap aramaya başladım. En sonunda da art arda gelen hayal kırıklıklarının bu durağan halimin müsebbibi olabileceğine karar verdim. Fakat bu yazıyı yazmaya koyulduğum on dakika öncesinde şöyle bir aydınlanma anı yaşadım: “Yirmi yedi yaşına geldin Hayru! Artık olgunlaşman için sebep aramasan mı?!” Evet, ben bile yirmi yedi yaşıma giriyorum. Artık “üniversite zamanı neşesi” üzerimde deli gömleği gibi durabilirdi. Yaşıma ve yaşadıklarıma uygun yeni ve daha güvenli bir kabuğum var artık.  

Son birkaç yılım bu dünyaya geliş amacımı anlamaya çalışmakla geçti desem yalan olmaz. Bir sınavın içinde olduğumu ve Allah'ın rızasını kazanıp ahiret mutluluğuna ulaşmak için Allah'a kulluk etmeye geldiğim bilgisi çocukluğumdan beri okuduğum kitaplarda yazıyor zaten. Ama bunların dışında bu dünyada ben bu özelliklerle, huylarla neden varım? Rabbim benden ne yapmamı istiyor olabilir soruları Taha abinin (Kılınç) cevabını bulmamızı tavsiye ettiği sorulardı. Benim potansiyelim nedir? Benden ne yapmamı istiyorsun Allah’ım? Peygamber Efendimiz bir işin ehline verilmesi gerektiği konusunda Müslümanları uyarmıştı. Acaba bizim ehli olduğumuz, en iyisi olduğumuz işler nelerdi? Bu soruları sormak için geç kalmadığıma seviniyorum. Ama kimileri için de geç kaldıklarını düşündükleri zaman kendilerindeki potansiyelleri açığa çıkarmak için doğru zaman olabilir. Bu yazının karamsarlık içermesini istemiyorum. Bu ay öğretmenlikte bir ayımı doldurdum ve artık kalben tamamen mutmain olduğum bu gerçeği öğrencilerle de paylaşıyorum: Allah her insanı kendisine özel bir yetenekle donatmış da bu dünyaya göndermiş. Peki senin yeteneğin ne? Çok iyi bir dinleyici misin? İnsanları konuşmalarınla sakinleştirebiliyor musun? En karmaşık konuları bile açıklayıp öğretmekte çok mu iyisin? Çok mu lezzetli yemekler yapıyorsun? Bir tarif üretmek senin için çok mu kolay? Hiç zorlanmadan hayranlık uyandıran bir resim çizebiliyor musun? Bunlar etrafımdaki insanlarda fark ettiğim özel yeteneklerdi. Gerçekten etrafımdaki herkesin bir şeyi diğerlerinden çok daha iyi yaptığını fark etmiştim. Hâl böyle olunca insanın kendisi üzerine hiç düşünmemesi, Allah'ın ona verdiği yeteneğin hiç farkında olmaması ve bunu hiçbir zaman O'nun rızasına uygun şekilde kullanmayacak olması üzücü.  Fakat geçim derdi, çoluk çocuk yahut türlü türlü imtihanlar sonucu dönüp kendilerine bakamayan insanlar azımsanmayacak kadar çok ve hayata ayak uyduramamak kadar normal bir durum da yok. Dolayısıyla şu zamanlarda bir insanın içine dönmesi ve orada bir şeyleri yoluna koyma gayreti bir lüksü de barındırıyor içinde. Belki de bu yüzden herkes başka başka şeyler üzerinden imtihan oluyor. Herkesin imtihanları da koşulları da biricik. Bu da bize adaletin eşitlikten daha fazla ferahlık ve kolaylık sağlamasını açıklıyor.   

Burada bir virgül koyup yeni güne geçmeden yazıyı bitirmeliyim. 2015’ten bu yana Hayru büyüyor. 

 Okuyanlara, yanımda olanlara sevgilerimle...