28 Aralık 2017 Perşembe

İnsan Ne İle Büyür?

  İlçenin en uzun ve işlek caddelerinden birinin üzerinde bulunan, dördüncü katında ikamet ettiğim dairemin salonundaki iki tekli koltuktan birinde oturuyorum. Ne yaparsam yapayım on dakikada bir itfaiye ve ambulansların geçmesini engelleyemiyorum. Bütün şehrin kalabalığı, gürültüsü, trafiği, kaosu evin salonunda bana eşlik ediyor. Kafamı sağa çevirdiğimde tam balkonumun karşısında kalan otelin pencerelerini görüyorum. Her birinin içinde başka birileri, başka bir şeyler yapıyor. Koca dünyanın küçük bir temsili içindeyim. Etrafım çok kalabalık. Ama ne çare, kafamdaki çığlıkları kim duyup koşabilir imdadıma? 
  Varoluş sancılarımıza cevap bulamadığımız bir yıl daha geçiyor ömrümüzden. Geride bıraktığımız her yaşta her şeyin nasip olduğu ve en iyisinin hakkımızda hayırlısını dilemek olduğuna bir adım daha yaklaşıyoruz sanırım. Fazla artistlik yapmamak gerektiğinin altına atılan bir imza daha... 
  Bazı anlarda ciddi ciddi durup o an ne yaptığımı düşünüyorum. Bu anların her birinden sonra "Büyüdüm galiba." diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Öyle çok büyük işler yaptığımı da düşünmeyin. Ev arkadaşımla evdeki çöpleri çıkarıp, kombiyi kıstıktan sonra kapıyı kilitlediğimiz andan sonra durup düşünüyorum mesela. Ben ne ara evdeki çöplerin, kombinin, kilidin derdine düştüm ve bunları otomatik olarak yapıyorum? Çok uzun zaman geçmedi okuldan gelir gelmez ödevlerimi yapıp sokağa oyun oynamaya çıktığım yılların üzerinden. "Ev sahibi inşallah kiraya zam yapmaz" cümlesi ya da kapıcıya merdivenleri silmesi için  bir kova su bırakmak büyüdüğünüzün bir resmi oluyor. Hayatınızı ailenizden bağımsız bir şekilde kurma telaşına düşüp artık büyük büyük kararları tek başınıza almanız büyüdüğünüz anlamına geliyor. Kafamın içinde zaman zaman bir sürü kararlar alıyorum geleceğimle ilgili. Ciddi riskler taşıyan adımlar atıyorum kimseye sormadan. Çünkü artık başıma ne gelirse gelsin bunun sorumluluğunu ancak kendimin alabileceğini biliyorum. Babam lisedeyken bizi karşısına alıp "İnsanın kendi ayakları üzerinde durması diye bir şey yoktur. İnsan ancak ailesiyle, sevdikleriyle beraberken ayakta kalabilir, güçlü olabilir. Aksi halde tek bir çubuğun çabucak kırılması gibi olur." demişti. Şimdi bir çocuğum olsa bu sözlerin altına imzamı atar ona veririm. Ama işte bir yandan da her şeyden yarı bağımsız kendi hayatlarımızı kurduğumuz yaşlardayız. Artık hata yaptığımızda bunun suçunu başkasının üzerine atma imkanımız yok. Hoş, şimdi de hayatı seçiyoruz suçlamak için. Dertlerimiz, telaşlarımız, hayallerimiz, zaaflarımız büyüyor. İnsanın yaptıklarından, düşüncelerinden ve seçimlerinden tam anlamıyla tatmin olması mümkün mü? Öyleyse ideal hâle ulaşana kadar büyüme sürecini yaşayacağımızı düşünüyorum. 
  Büyümek demek, yine hatalar yapacak çocuk tarafımızın dâim olması demek. Hatadan korkmayız biz. Hata varsa af da vardır, tevbe de vardır. Hatadan dönüp tertemiz başlangıçlar yapmak da vardır. Taze bir sabaha ulaşmak duasıyla...

13 Aralık 2017 Çarşamba

O İşler Öyle Olmuyor!

  Aklınıza bir şey takıldığında ne yapıyorsunuz? Ya da neyi yapamıyorsunuz? İkincisi daha yerinde bir soru oldu sanırım. Ben aklıma bir şey takıldığında uyumuyorum, konuşmuyorum, gülümsemiyorum, öyle düşünmeden "iyiyim" diyemiyorum. Kendi kabuğuma çekilip aklımdakini çözene kadar da ordan dışarı başımı uzatmıyorum.
  Bir hocam şöyle bir söz söyledi: İnsanı yaşadıklarından çok yaşamadıkları hasta eder. Yaşamadıkları yük olur ona. İnsana ve yüklerine dair bundan daha iyi bir tespit yapıldı mı, bilmiyorum. Ukde, ne ağırmış meğer. Bu cümleler üzerine biraz düşününce ufak çaplı bir aydınlanma yaşıyorsunuz. 
  Daha önce insanın çabalamakla yükümlü olduğunu, sonunun ne olacağını bilmeksizin çabalamak için dünyaya gönderildiğini konuşmuştuk. Şimdi de ekliyorum: İnsan tanımlamak için dünyaya gönderildi. En çok da dertlerini. Kafamıza bir şey takıldığında titizlikle zihin taraması yapıyoruz. Ben buna neden bu kadar üzüldüm? Acaba içten içe üzüldüğüm şey daha başka bir şey mi? Ben bu kadar kırılgan mıydım? Daha bir sürü soru. Bazen bu sorularla geçmişi kazmaya başlıyoruz gerçek nedeni bulmak ümidiyle. Bir şekilde içinde bulunduğumuz durumu tüm sebepleriyle anlamak ve tanımlamak için. İçinde bulunduğumuz durumla ilgili bir dolu çıkarıma varıyoruz. Bulduğumuz her yeni şey de sonuca bir adım daha yaklaştığımızı düşünüyoruz. Ama ne yazık ki o sonuca hiç ulaşamıyoruz. Çabalamaktan bahsederken nasıl sonucunun bizi ilgilendirmediği kanaatine vardıysak, burada da aynı kural geçerli. Aklınıza takılan şeyin çözüme ulaşması için bir sürü yöntem denemiş, sebepleri sıralamış, kestirme yollar bulmuş da olsanız sonuç size kalmıyor. Orası daha yüce bir makamın işi.
  Gelin biraz somutlaştıralım. Düşünün ki, bir konuda seneler içinde bir takıntınız oluştu. Sizde kötü izleri olmasına rağmen unutamıyorsunuz. Nefret etseniz olmuyor, tevekkül ettiğinizi düşündüğünüzde olmuyor, üzerine sürekli düşünüyorsunuz olmuyor, hiç lafını etmiyorsunuz olmuyor, gerçekleşme ihtimalinde sizi ne kadar mutsuz bir hayatın beklediğini biliyorsunuz olmuyor. Yani aslında unutmak için elinizde çok makul gerekçeler var, hatta başkalarını bu argümanlar yardımıyla ikna edebilirsiniz ama gelin görün ki, sizde işe yaramıyor. İşte bu noktada ben diyorum ki: Aciziz! Çok mantıklı çıkarımlar da yapsak, çocukluğumuza kadar da insek, arka planı çizmeyi hemen hemen tamamlasak da şifa verme yetkisi bizim elimizde değil. Yani bizi defineye götürecek haritayı ele geçirsek de o yolu yürütecek olan Allah'tır. Bazen kafamızın içinde öyle tıkırında işliyor ki işler, şifa dilemeyi unutuyoruz. 
  Huzur mu lazım? -Ben  ona gidecek yolları bulurum. Şifa mı lazım? -Ben sorunu tespit edersem şifa kendiliğinden gelir. Net bir bilgi: O işler öyle olmuyor.

12 Aralık 2017 Salı

Kınalı Keklikler

   Sırtını yasladığı ağacın dalları arasında atışıp duran kınalı kekliklerin sesine uyandı. Elleriyle yüzünü ovuşturup ayılmaya çalıştı. Üzerine düşen yaprakları silkelerken "Eh be kızlar, bırakmadınız ki şu rüyanın sonunu göreyim." diye söylenerek az ilerideki kürünün başına bağladığı atının yanına gitti. Kendisinden tarafa bakmayan atı Gümüş'ün yalnızlıktan sıkıldığını anlayınca mahcup mahcup önüne baktı. Gönlünü almak umuduyla sırtını sıvazlayıp af diledi. 
   Biraz sonra bütün mahmurluğunu üzerinden atmış,  neşesi yerine gelmişti. Gümüş'e haylazca laf attıktan sonra avcunu oluğa dayamış, döke saça su içiyordu. En son bütün kafasını suyun altında sokup "Allaahh!" diye çığlığı bastı. Eteklerinde uykuya daldığı dağdan gelen buz gibi su tüylerini ürpertmiş ama temiz yüzü kocaman bir tebessüme teslim olmuştu. Altın rengine dönük saçları suyla birlikte koyu kahveye çalıyordu. Atına çapkın bir bakış atıp "Yolumuz uzun Gümüş Kız, bir daha böyle serin suyla karşılaşır mıyız bakalım?" deyip sırtına atladı. Köyde onun bu çapkın gülümsemelerinden nasibini alamamış kız pek azdı. Biraz alaycıydı felan ama iş çalışkanlığa geldi mi, herkes güvenirdi Altın Çocuk'a. 
    Ağır ağır yol alırken saat ikindiyi vurmuş, yolu yarılamışlardı. Güneş yüzünü yakmış, iki saat önce kana kana su içen kendisi değilmiş gibi susamıştı. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla hesabı Gümüş'e seslendi: "Dayan kızım! Şu vadiyi bir geçelim, su bulacağım ben sana." Vadiyi aşıp tekrar ormana girdiklerinde suyu gür bir kürünün başında mola verdiler. Sabah evden çıkarken çantasına atmayı akıl ettiği hurmaları çıkardı. "Sen de ister misin kız?" diye Gümüş'e uzattı ama hevesli bir geri dönüş alamayınca kendisi yemeye koyuldu. Bir yandan da bugünkü işini  anlatıyordu: "İki gün önce  emmioğlu gelmişti ya hani. İşi düşmese gelmez ya işte, Allah'tan bu sefer ekmeğimi kazanacağım bir iş tutup getirmiş. Kasabaya turist bir kadın gelmiş. Gördü tabi mis gibi memleketi, neymiş efendim evine dana postundan halı istiyormuş. Bana da aşağı köydeki Adem Ağabey'den o postu alıp götürmek düştü işte." 
   Kafasını yeşilliklere gömmüş karnını doyuran atına dönüp gülerek: "Allah'ın işini görüyor musun Gümüş Kız? Sen kalk dünyanın bir ucundan gel, bizim Adem Ağabey'den dana postu al. Dünya sahiden dedikleri kadar küçükmüş." diye takıldı. Biraz dinlendikten sonra tekrar yola düştüler. Gökyüzünün rengi kızıla çaldığında tanıdık bir ses duydu Altın Çocuk. Kafasını kaldırdı, başlarında ötüşen kınalı keklikleri gördü.