5 Ocak 2021 Salı

Çaresi Susmak Olanlar

   Bu gece canım öyle sıkkın ki yazmaktan başka çarem yoktu. Gerçi bu aralar duygularımı, düşüncelerimi dışa vurmak biraz korkutucu geliyor. Çünkü bazen bin bir zorlukla dışa vurduğum o duyguların kimsede bir karşılık bulmadığını fark ediyorum. Genç bir insan olunca da bu cümlelerin ya da yolda izde elinde telefon ağlamakların hep aşka yorulacağından endişe ediyorsunuz. Büyüyor olmanın bir alameti de hayatta aşktan daha büyük ihtiyaçlar olduğunu idrak etmek sanırım. Bir yaş daha almama az kaldı ama ben çocukluk-gençlik çemberinde sıkışmış gibi hissediyorum. Biri bitip diğeri başlıyor mütemadiyen ve elimi çemberden dışarı uzatsam da beni çekip çıkaracak bir rüzgara rastlamıyorum. 

    Kimilerine şükürsüzlük olarak gelebilecek birçok olumsuzluk yaşadım son birkaç ayda. Başıma gelen talihsizliklere üzülmem sahip olduğum nimetleri unuttuğum anlamına gelmez her zaman. Kendimize üzüntü duygusunu yaşamaya bile izin vermiyoruz. Şükürsüzlük olarak etiketlemediğimizde de bir başkasının üzüntüsüyle ne yapacağımızı bilmiyoruz. Karşımızda akıp yolunu bulmaya hazır koca bir gözyaşı damlası var ve biz hemen bir peçete bulup onu silip yok etmeye çalışıyoruz. Biraz duralım bakalım nereye akacak o gözyaşı, nasıl bir yol açacak, nasıl bir temizlik yapacak... Birisi bizimle üzüntüsünü paylaştığında o üzüntüyle nasıl başa çıkacağımızı bilmemekten belki de, hemen her konuya uygun ikinci el tesellileri döküyoruz ortalığa, hangisi iyi gelirse... Geçen gün bir hevesle güzel haberler beklediğim ve içten içe olacağına da kendimi inandırdığım bir işten olumsuz bir haber geldi. Haberi bir saat önce tanıştığım bir kızla aldım. O an yüzümde maskem yoktu ve aylardır maskenin duygularımı ve düşüncelerimi saklayışına sığınan ben, saklayamadığım hayal kırıklığımla kalakalmıştım orada. Aldırmıyor gibi davranıp yerime oturdum ama dakikalar geçtikçe  kendi ellerimle besleyip büyüttüğüm umudum en sonunda gelip boğazıma düğümlendi. Birisine telefon açmam lazımdı, birilerine anlatmam gerekiyordu. Telefonu elime aldığımda fark ettim, eğer imkanım olsaydı kendimi arayacaktım. Beni şu an ancak ben anlardım, ancak ben dinlerdim sesime kulak verip. Ya da belki hiç tanımadığım biri karşıma oturup "Nasılsın?" derdi ve ben "İyi değilim." deyip yanaklarımdan aşağı gözyaşlarımın yolunu bulmasına izin verirdim. O yabancı da mucizevi bir şekilde tek kelime etmeden yanımda olup acımı görmekle yetinirdi. Belki tek ihtiyacım olan görülmekti. Ama elbette bu olmadı. Onun yerine kendi kendimi aramanın bir yolunu buldum. Telefonumun ses kaydını açıp deli gibi gözükmemek için telefonu kulağıma götürüp konuşmaya başladım kendimle. Sesim titrerken, bir ağlayıp bir yutkunurken aralarda sessizlikler bıraktığımı fark ettim karşıdan bir cevap bekler gibi. Bunu fark edince akıl sağlığımdan şüphe etmedim desem yalan olur. Ama hoşuma da gitti. Kendimi ciddiye alıyordum, onun söyleyeceklerini önemsiyordum ve o sessizlik bana -tam da insanlardan beklediğim gibi-  cevap vermiyor, beni yalnızca dikkatle dinliyordu. Bu yüzden ilk defa susmak değil konuşmak istemiştim. Oysa uzun zamandır canımı sıkan şeyler hakkında susmayı tercih ediyorum. Kaçamadığım teselli verilmek korkusundan belki de. Şunları netleştirelim: Sevdiklerimize teselli veriyoruz diye dertleri uçup gitmiyor. Üzülmek, şükürsüzlük değil. Üzülmek, isyan değil. 

    Hayatımın belli dönemlerinde belli olayların imtihanım olduğuna inandım. Ve bunu düşündüğüm her seferinde imtihan kavramının büyüklüğü yaşadığım olayları hiç etti. "Ben daha ne yaşadım imtihan olacak?" dedim ve bu sayede o olayları gözümde çok büyütmemem gerektiğini anladım. Geçen gün ise imtihanımın "istemediğim şeyleri yapmak zorunda olduğumu kabullenmek" olduğu fikrine kapıldım. Ve "Ben ne yaşadım ki daha?" diyemedim bu sefer. Çünkü hoşa gitmeyen bir şeyi kabullenmenin ne kadar zor olduğunu bilecek kadar tecrübe edindim. İmtihanımı bu sefer tutturabildiysem bununla ne yapacağımı bilmiyorum. Hatta buna gelene kadar bilmediğim bir sürü şey, yapmam gereken bir sürü şey var. Benim ise yapmak istediğim tek şey tek başıma bir karanlıkta oturup ağlamak, üzülmek. Eyvah tez zamanı geçiyor, o girmek istemediğim sınava hazırlanmak için zamanım daralıyor, yapabileceklerimi bir ucundan yakalamam lazım demeden üzülmek. Hazır Sihirli Annem de yeniden gündemdeyken zamanın bir süreliğine donması ne iyi gelirdi Rabbim. Bu kadar üzgün ve kapana kısılmış hissederken herhangi bir yöne adım atmakta çok zorlanıyorum. 

  Birkaç sene önce olsa bu yazıyı yukarıdaki paragrafla bitirip düşünmeden yayınlardım. Çünkü insanların arkamdan konuşacağı ya da benimle ilgili yanlış yargılara sahip olacakları gibi bir endişem yoktu. Ancak farklı ortamlara girip yeni insanlarla tanıştıkça istemeden insanların beni yanlış tanıyacağı korkusuna kapıldım-çünkü bu oldu. Bu da duygularımı ya da düşüncelerimi bu kadar kolayca paylaşmamam gerektiğini düşündürdü bana. Ama sırf bu nedenle belki de bana şifa olabilecek şeyden vazgeçmemeliydim. O yüzden yatakta dört dönüp düşünmekten, yer yer ağlamaktan:) uyuyamayacağım madem, o zaman bloga bir girip burada biriken eski Hayru'lara durum güncellemesi yapayım istedim. Üzüntülerim, gözyaşlarım, kalp sancılarım yalnızca beni bağlar. İstediğiniz gibi görmezden gelebilirsiniz, alınmaca gücenmece yok. Bilakis susmama izin verirseniz memnun olurum.