12 Ocak 2018 Cuma

Aradığınız Kişi Hayatıyla Meşgul!

  Geçtiğimiz hafta bir arkadaşımla küçük bir kafenin cam kenarına oturup üç saatten fazla konuştuk. Konuşma genel olarak birkaç haftadır aklımda olan bir mesele etrafında geçti. İkimiz de uzun saatleri telefon başında geçiriyorduk ve her şey çok kolay ulaşılabilir olduğundan, emek isteyen işlerin hakkını veremiyorduk artık. Uzun süre kitap okumak ya da masanın başına geçip ders çalışmak gibi. Çok şükür ki en azından bundan rahatsızlık duyduğumuz ve bir çare aradığımız noktaya gelebilmiştik. 
  Sürekli elimde telefonla dolaşmak, her an ulaşılabilir olmak, her an internet ağlarına bağlı olmak, bir masa etrafında toplanamadığım insanların günlük hayatlarıyla ilgili her detayı bilmek ya da günümün ilgi çekebileceğini düşündüğüm her saniyesini paylaşmak tadımı hepten kaçırmıştı. Bir iki günümü tamamen bunun sıkıntısı içinde geçirince artık gözümü korkutan o kararı aldım. Sömestr tatili başlayıp da ailemin evine döndüğümde seneler öncesinden kalan gözden düşmüş -şimdilerin tabiriyle- akılsız telefonu çıkarttım meydana. Bir hazineye ulaşmış kadar sevindim. Çünkü kendimden ümidi kesmiş değildim. Kendime sömestr sonuna kadar bir deneme süresi koydum. Buna göre planım wifi olan yerlerde akıllı telefonumdan whatsappa girerek önemli olabilecek grup konuşmalarına ulaşmak, bunun dışında ise iletişim için akılsız telefonu  kullanmaktı. İletişim için yalnızca maili kullanmayı düşündüğüm zamanlar da olmuştu ama bunun insanlara zulmetmek olacağını düşünüp vazgeçmiştim. Aktif kullandığım twitter hesabıma da olabildiğince bilgisayardan gireyim ki ekranı yukarı kaydırarak harcadığım zamandan tasarruf edeyim diye düşündüm. Görüyorsunuz, hayatımın o kadar büyük bir parçası haline gelmiş ki tamamen söküp atmak bir yana, azaltmak bile büyük bir irade ve azim gerektiriyor. Viyana kapılarını aşındırmış atalarımın teknoloji bağımlısı torunu olduğum için ne kadar utandığımı tahmin edemezsiniz. Bir insanı alt etmenin bu kadar kolay olması çok komik. Çocuklara yemek yedirebilmek için reklamları açma taktiğimizi birileri de bize uyguluyor ve ne yediğimizin farkında bile değiliz. 
  Son zamanlarda emekle, uğraşla pek işimiz kalmadığını fark ediyorum. Dedim ya, artık kitap başında uzun vakitler geçiremiyorum, hemen sıkılıyorum. Oyalanması zor olan küçük çocuklara döndüm iyice. Sürekli keyif aldığım işleri yapmak zorundaymışım gibi hissediyorum kendimi. Hâlbuki ulaşmak istediğim pek çok rahmet var. Ama zahmet nerede? İşte işimizin gücümüzün bereketini kaçıran şey bu zahmetsiz ulaştıklarımız olmalı. Burada bir durup düşünelim. İbrahim Tenekeci son kitabı Geldik Sayılır'da bir sürü çiçekten, dağdan, ağaçtan, su kaynağından bahsediyor. Hem de en güzel kiraz ağacının, en aziz suyun, en heybetli ağacın açık adresini vererek. Bazı adresleri bir gün gidip gezmek üzere kaydettim bir kenara. Sonra yine çiçek türlerini anlattığı yazısını okurken "Keşke kitaba bu çiçeklerin, kuşların, ağaçların fotoğrafını da koysaydı." dedim ve tuzağa düştüm. Bu kadar kolay mı olmalı gerçekten o güzelliklere şahitlik etmek? Hadi bunu da geçtim, eğer fotoğrafları olsaydı, benim içime "Gidip göreyim" diye bir ateş düşer miydi? 

                               

  Emek diyorduk. Geçen gece uyumadan önce biraz akıllı telefonumda oyun oynayayım dedim. Uzun zamandır oynadığım ve hatrı sayılır ilerleme kaydettiğim bir oyundu. O an daha önce bu oyunu oynadığımda neler olduğunu düşündüm. Oyunu kapatıp telefonu kenara koyduğum andan itibaren aklımda oyun devam ediyordu. Gözlerimi kapattığımda gözümün önünde bu vardı ve uyuyana kadar aklımda oynamaya devam ediyordum istemsizce.  O an uzun zamandır içinde bulunduğum bir yanılsamayı daha fark ettim. Ben uzunca bir zamandır bir oyuna emek veriyordum. Öyle ki, aklımda hep o vardı, gözümü kapattığımda karşımda beliriyor ve belki de rüyalarıma giriyordu. Emek verdiğim gibi karşılığına da almıştım, oyunu tamamen bitirmek üzereydim. Şu cümle aklıma iyice kazındı: Neye emek verirsen, onda ilerlersin. 
  İnsan olmaya hürmetim var. Yaratılmış olmaya hürmetim var. Bu dünyada yapmak istediğim daha önemli işler var. Bu yüzden bir oyun karşısında, bir aygıt karşısında, bir haz karşısında yenik düşmeyi reddediyorum.

Bizim için mutluluk, deniz, güneş ve kum değil; Allah, insan ve tabiat üçgenindedir. (Geldik Sayılır, İbrahim Tenekeci, sayfa 55)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder