“Hakkaniyetle davranmaya çalıştığımız
insanlar bizi istismar edebiliyor. Olabilir.
Yaptığımız iyilikler hiç
gözükmeyebiliyor. Olabilir.
Kötülük ve kötüler iyilik ve
iyilerden daha fazla ve daha güçlü görünebiliyor. Olabilir.”
Bu satırlar Mehmet Dinç’in Bırakma Kendini adlı kitabında
geçiyor. Tam da ihtiyaç duyduğum zamanda yetişiyor imdadıma. Benim “ama” diye
başladığım cümleleri o “olabilir” diye bitiriyor ve o andan itibaren öfkemi,
üzüntümü ve hayal kırıklıklarımı iyileştirmeye başlıyor.
Evet, yaptığımız iyilikler hiç gözükmeyebiliyor. Halbuki tek
bir takdir cümlesi yetecek daha fazlası için gayret etmeye. Yirmi iki yaşımın
sonlarındayım, tek bir “aferin” için pek çok şey yapabilirim. Yeter ki iyi
insan olma çabam görünsün, yeter ki ne ihtimaller içinden iyi olmayı seçtiğim
farkedilsin. Bu konuya öyle içerlemiştim ki, kendi kendime şöyle dedim: Eğer
bir iyilik peşindeysek sırf Allah rızası için. Onun dışında bu dünyada iyi
insan olmanın bir getirisi yok. Beni bu derece iyiliğe küstüren şeyler vardı.
Kendi kendimle kavga etmeme sebep olan şeyler. Hali hazırda kendimi görünmez
hissettiğim birkaç alan vardı hayatta ama içimdeki iyi insan olma çabasına
güveniyordum. Bir de burada yaşadığım görünmezlik, artık kendimi boşa yorduğum
fikrine kapılmama neden olmuştu. Mesailerimi kafamdaki soru işaretlerini ve
hayal kırıklıklarımı gidermeye harcıyordum. Tabii burada ayları kapsayan bir
zaman diliminden bahsediyorum. Kırılmışlığım fazlaydı.
Geçen hafta bir arkadaşımın kına gecesine gitmek üzere yola
çıkmıştım. Yerin altında yapacağım iki buçuk saatlik bir yolculuk beni
bekliyordu. Önce metroya gitmek üzere otobüse bindim. Yanıma bir kız geldi ve
otobüse binerken kullandığı kartla metroya binip binemeyeceğini sordu, ben de
binebileceğini söyledim. Sonra peronda metroyu beklemeye başladım. Aynı kız
tekrar yanımda belirdi ve İstanbul’a yeni geldiğini anladığım bir soru sordu.
Sorusunu yanıtladıktan sonra az önceki tespitimi teyit ettim. İstanbul’a yeni
gelmiş, yarın Bolu’da yeni kazandığı üniversiteye gidecekmiş ama gitmeden önce
de Galata Kulesi’ne çıkmak istemiş. Bu planıyla, bir tek elinde bavuluyla
Haydarpaşa Garı’nda “Seni yenicem İstanbul!” diye bağırması eksikti. Ama
çaktırmadım. Yavaştan sohbete başlamışken karşımdaki kıza dikkatlice bakma
fırsayı buldum. Heralde hayatımda bu kadar güzel bir kızı ilk defa canlı kanlı
karşımda görüyordum. Kahverengiyle karışık sarı saçları, mavi gözleri ve güzel
gülümsemesiyle ilk anda televizyon ekranına bakıyormuşum hissi uyandırdı. Bu
şaşkınlığımı kendime gizleyip ona Galata’ya gitmesi için daha kolay bir yol
tarif ettim. Buna göre de Yenikapı’ya kadar beraber gidecektik. Yol boyunca
arada bir sessiz saniyeler geçirsek de genelde sohbet ettik. İlk defa tanışan
insanlar olarak birbirimize soracağımız çok şey vardı. Hava durumundan başlayıp
Galata Kulesi’nin efsanelerine kadar geniş bir yelpazede muhabbet ettik.
Marmaray’a geçerken artık ismini sormayı akıl ettim. Böylece resmi olarak da
tanışmış olduk. Onun akbiline para yükleyip Marmaray’a bindiğimizde karşıya
nasıl geçebileceğini sordu. Marmaray’la karşıya geçmiş olacağımızdan, bu
metronun denizin altından geçtiğinden bahsettim. Çok heyecanlandı ve bütün yol
boyunca belki üç dört defa “iyi ki seninle karşılaştım” dedi. Yenikapı-
Hacıosman metrosuna geldiğimizde artık yollarımız ayrılıyordu. Ona tekrar hangi
duraklarda inmesi gerektiğini ama yine de bir güvenliğe sorsa iyi olacağını
söyledim. Sonra turnikelerin orda gülerek birbirimize sarıldık. Ben ona
“Hoşçakal, kendine dikkat et” dedim, o da bana iyi eğlenceler diledi.
Birbirimize el sallayıp ayrıldık.
Buraya kadar anlattıklarımdan benim ona yardım ettiğim
anlaşılıyor. Aman bu hataya düşmeyin. Asıl yardım eden taraf oydu. Nasıl mı?
Bana iyilik yaptığımda ne kadar da mutlu olduğumu, nasıl da içimin içime
sığmadığını hatırlattı. Başkaları için değil, kendim için iyiliğin peşine
düşmem gerektiğini hatırlattı. Beni mutlu ettiği sürece iyi olma çabamın asla
boşa gitmeyeceğini gösterdi. Evet, takdir edilmek hala büyük bir ihtiyaç. Ama
ondan büyük, bir dişe dokunabilmek arzusu var. Bana unuttuğum duyguları tekrar
hatırlattı. Çokça kırılmadan önce, arkadaşlarıma dua ettiğim için bile mutlu
olan birisiydim. Ve asıl ait olduğum yer de orasıydı. İnsan birilerinin
kederlerine, sevinçlerine, heyecanlarına dokunabildikçe yaşadığını hissediyor.
Bizi yıldırmaya çalışan kişiler olabilir. Bize dünyadan el etek çektiren
durumlar olabilir. Artık kimseyi görmek istemediğimiz zamanlar olabilir. En
iyisinin kimseye dokunmamak, köşemize çekilmek, herkesi kendi haline bırakmak
olduğunu düşündüğümüz anlar olabilir. İşte tam da bu zamanlar için “Küsmek kolay, vazgeçmek kolay, yenilmek
kolay. Ama biz kolay bir hayat yaşamaya gelmedik bu dünyaya” diyor Mehmet
Dinç. Etrafınıza bir dönüp bakın ya da bir haber kanalı açın. Zulmü görün.
Evet, biz kolay bir hayat yaşamaya gelmedik bu dünyaya. Fakat imtihanımızın
zorluğu bizi alacağımız mükafattan emîn kılan şey değil mi? Hala nefes alıyor
olmak vazgeçmememiz için bir sebep değil mi? Dünyadan vazgeçsek, ahiretten
geçemeyiz.
Hep beraber imtihanımızı kolaylaştırmanın yollarından birisi
birbirimize yardımcı olmak. Kötülüğe ve kötülere gösterdiğimiz toleransı iyilik
ve iyiler de hakediyor. Takdir edilen her iyilik, daha çok yayılarak tüm dünyayı
kuşatacak. Biz buna iman etmişiz. O halde herkese benden kocaman bir AFERİN!
bu yazınızı çok beğendim efenim. afferim size :))
YanıtlaSilSen harika bir detaysın :))
YanıtlaSil