3 Ekim 2017 Salı

Aferin!



  “Hakkaniyetle davranmaya çalıştığımız insanlar bizi istismar edebiliyor. Olabilir.
   Yaptığımız iyilikler hiç gözükmeyebiliyor. Olabilir.
   Kötülük ve kötüler iyilik ve iyilerden daha fazla ve daha güçlü görünebiliyor. Olabilir.”

  Bu satırlar Mehmet Dinç’in Bırakma Kendini adlı kitabında geçiyor. Tam da ihtiyaç duyduğum zamanda yetişiyor imdadıma. Benim “ama” diye başladığım cümleleri o “olabilir” diye bitiriyor ve o andan itibaren öfkemi, üzüntümü ve hayal kırıklıklarımı iyileştirmeye başlıyor.
 Evet, yaptığımız iyilikler hiç gözükmeyebiliyor. Halbuki tek bir takdir cümlesi yetecek daha fazlası için gayret etmeye. Yirmi iki yaşımın sonlarındayım, tek bir “aferin” için pek çok şey yapabilirim. Yeter ki iyi insan olma çabam görünsün, yeter ki ne ihtimaller içinden iyi olmayı seçtiğim farkedilsin. Bu konuya öyle içerlemiştim ki, kendi kendime şöyle dedim: Eğer bir iyilik peşindeysek sırf Allah rızası için. Onun dışında bu dünyada iyi insan olmanın bir getirisi yok. Beni bu derece iyiliğe küstüren şeyler vardı. Kendi kendimle kavga etmeme sebep olan şeyler. Hali hazırda kendimi görünmez hissettiğim birkaç alan vardı hayatta ama içimdeki iyi insan olma çabasına güveniyordum. Bir de burada yaşadığım görünmezlik, artık kendimi boşa yorduğum fikrine kapılmama neden olmuştu. Mesailerimi kafamdaki soru işaretlerini ve hayal kırıklıklarımı gidermeye harcıyordum. Tabii burada ayları kapsayan bir zaman diliminden bahsediyorum. Kırılmışlığım fazlaydı.
     Geçen hafta bir arkadaşımın kına gecesine gitmek üzere yola çıkmıştım. Yerin altında yapacağım iki buçuk saatlik bir yolculuk beni bekliyordu. Önce metroya gitmek üzere otobüse bindim. Yanıma bir kız geldi ve otobüse binerken kullandığı kartla metroya binip binemeyeceğini sordu, ben de binebileceğini söyledim. Sonra peronda metroyu beklemeye başladım. Aynı kız tekrar yanımda belirdi ve İstanbul’a yeni geldiğini anladığım bir soru sordu. Sorusunu yanıtladıktan sonra az önceki tespitimi teyit ettim. İstanbul’a yeni gelmiş, yarın Bolu’da yeni kazandığı üniversiteye gidecekmiş ama gitmeden önce de Galata Kulesi’ne çıkmak istemiş. Bu planıyla, bir tek elinde bavuluyla Haydarpaşa Garı’nda “Seni yenicem İstanbul!” diye bağırması eksikti. Ama çaktırmadım. Yavaştan sohbete başlamışken karşımdaki kıza dikkatlice bakma fırsayı buldum. Heralde hayatımda bu kadar güzel bir kızı ilk defa canlı kanlı karşımda görüyordum. Kahverengiyle karışık sarı saçları, mavi gözleri ve güzel gülümsemesiyle ilk anda televizyon ekranına bakıyormuşum hissi uyandırdı. Bu şaşkınlığımı kendime gizleyip ona Galata’ya gitmesi için daha kolay bir yol tarif ettim. Buna göre de Yenikapı’ya kadar beraber gidecektik. Yol boyunca arada bir sessiz saniyeler geçirsek de genelde sohbet ettik. İlk defa tanışan insanlar olarak birbirimize soracağımız çok şey vardı. Hava durumundan başlayıp Galata Kulesi’nin efsanelerine kadar geniş bir yelpazede muhabbet ettik. Marmaray’a geçerken artık ismini sormayı akıl ettim. Böylece resmi olarak da tanışmış olduk. Onun akbiline para yükleyip Marmaray’a bindiğimizde karşıya nasıl geçebileceğini sordu. Marmaray’la karşıya geçmiş olacağımızdan, bu metronun denizin altından geçtiğinden bahsettim. Çok heyecanlandı ve bütün yol boyunca belki üç dört defa “iyi ki seninle karşılaştım” dedi. Yenikapı- Hacıosman metrosuna geldiğimizde artık yollarımız ayrılıyordu. Ona tekrar hangi duraklarda inmesi gerektiğini ama yine de bir güvenliğe sorsa iyi olacağını söyledim. Sonra turnikelerin orda gülerek birbirimize sarıldık. Ben ona “Hoşçakal, kendine dikkat et” dedim, o da bana iyi eğlenceler diledi. Birbirimize el sallayıp ayrıldık.
     Buraya kadar anlattıklarımdan benim ona yardım ettiğim anlaşılıyor. Aman bu hataya düşmeyin. Asıl yardım eden taraf oydu. Nasıl mı? Bana iyilik yaptığımda ne kadar da mutlu olduğumu, nasıl da içimin içime sığmadığını hatırlattı. Başkaları için değil, kendim için iyiliğin peşine düşmem gerektiğini hatırlattı. Beni mutlu ettiği sürece iyi olma çabamın asla boşa gitmeyeceğini gösterdi. Evet, takdir edilmek hala büyük bir ihtiyaç. Ama ondan büyük, bir dişe dokunabilmek arzusu var. Bana unuttuğum duyguları tekrar hatırlattı. Çokça kırılmadan önce, arkadaşlarıma dua ettiğim için bile mutlu olan birisiydim. Ve asıl ait olduğum yer de orasıydı. İnsan birilerinin kederlerine, sevinçlerine, heyecanlarına dokunabildikçe yaşadığını hissediyor. Bizi yıldırmaya çalışan kişiler olabilir. Bize dünyadan el etek çektiren durumlar olabilir. Artık kimseyi görmek istemediğimiz zamanlar olabilir. En iyisinin kimseye dokunmamak, köşemize çekilmek, herkesi kendi haline bırakmak olduğunu düşündüğümüz anlar olabilir. İşte tam da bu zamanlar için “Küsmek kolay, vazgeçmek kolay, yenilmek kolay. Ama biz kolay bir hayat yaşamaya gelmedik bu dünyaya” diyor Mehmet Dinç. Etrafınıza bir dönüp bakın ya da bir haber kanalı açın. Zulmü görün. Evet, biz kolay bir hayat yaşamaya gelmedik bu dünyaya. Fakat imtihanımızın zorluğu bizi alacağımız mükafattan emîn kılan şey değil mi? Hala nefes alıyor olmak vazgeçmememiz için bir sebep değil mi? Dünyadan vazgeçsek, ahiretten geçemeyiz.
   Hep beraber imtihanımızı kolaylaştırmanın yollarından birisi birbirimize yardımcı olmak. Kötülüğe ve kötülere gösterdiğimiz toleransı iyilik ve iyiler de hakediyor. Takdir edilen her iyilik, daha çok yayılarak tüm dünyayı kuşatacak. Biz buna iman etmişiz. O halde herkese benden kocaman bir AFERİN!

2 yorum: