23 Kasım 2016 Çarşamba

'yarına devretmeyen tarifeler'

   Ağır demir kapıyı tüm gücüyle açarken "Bir günde yalnızca bir kez, o da iki saniyeliğine görmek reva mı bana?" diye içinden geçirdi. Daha ilk adımda ürperten bir soğuk rüzgar buyur etti karanlığa onu. Usul usul yürümeye başladı, nereye gittiğini bilmeden. Aklı fikri nasıl da karşılaşmadıklarındaydı. Nasıl da görememişti onu doyasıya. Hoş, bunun doyumu olan bir şey olduğunu da düşünmüyordu. Sanki baktıkça daha da derine iniyordu. Baktıkça kayboluyordu.
  Karanlık ara sokaktan mağaza vitrinlerinin gözlerini kamaştırdığı caddeye doğru döndü. İnsanlar bir o yana bir bu yana yürüyorlardı hızlı adımlarla. Nereye gideceklerini biliyorlardı muhakkak. Yolun sonunu göremediğinde yavaşlıyor insan. Kendisini bekleyen muammaya ne kadar geç varırsa  o kadar iyi olacağını düşünüyor..
  Sahi, nasıl da görememişti. Onu görmediği bir günü nasıl tamamlayıp ertesi güne geçebilirdi ki? Bugün ile yarın arasında sıkışıp kalmış gibi hissetti. Bu sıkıntıyı def edebileceğini umarak atkısını bollaştırdı. Burnundan aldığı derin nefesi, sigara dumanını bırakırcasına bıraktı dudaklarının arasından. Bu, rahatlamak için kendince bulduğu bir yöntemdi. Kalbine "sabret" demenin bir yoluydu bu derin nefes. Kendisini teskin edebilecek tek kişinin yine kendisi olduğunu farkedeli yıllar olmuştu.
  Ardında bıraktığı demir kapıdan çok uzakta olmasına rağmen arkasını dönüp yürüdüğü yola uzun bir bakış attı. Olur ya, peşinden bir gelen olmuştur, bugünle yarın arasındaki araftan çıkmasını sağlayacak bir çift göz vardır belki de.. Ama yoktu. Bu zamana kadar hiç arkasından bakanı olmamıştı zaten. Önüne dönüp sonunu bilmediği yoluna devam etti ağır ağır. "Bu coğrafyada ardından bakmalar, yolunu gözlemeler, gideni uğurlayamamalar, gelmeyeni beklemeler hep bana aittir" diye mırıldandı küskün bir tavırla. Ama kime küs olduğunu da bilmiyordu. Kendi mezhebinin kader anlayışını bu kadar iyi bilirken de kaderi suçlayabilir miydi?
  Bugünün yaşanamayan vuslatları yarına da devredilmiyordu malesef. Yarın ya da haftaya yahut bir sene sonra da birikmiş bir vuslat anı olmayacaktı. Şu kapitalist düzende telefon tarifelerindeki dakikalar bile diğer aya devrediliyordu ama gönül bugün yaşayamadıklarıyla kalıyordu bir başına. Ertesi gün her şey sıfırlanmış oluyordu. Yine bir ihtimale bel bağlayacaktı. Başka türlüsü olmamıştı, olmazdı da.
  Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Lacivert göğün ağaçlarla örtülmesini seyretti bir süre. Bu ağaç yapraklarında bir şey mi vardı ki, esen her rüzgarda biraz daha huzur buluyordu? Zihninde yaptığı bütün o muhakemelerden sonra bir derin nefes daha aldı. Sıcak nefesi aralık soğuğuna karışırken "Sabret.." dedi kendi kendine ve ekledi: "Güzel günler gelecek.."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder