15 Ekim 2016 Cumartesi

Erzincan sempatizanı bir Sivaslı.

     15.08.2016   
    "Buradan vazgeçmediğimi konu alan bir yazı yazdıktan sonra üç ay boyunca hiç girmediğimi gözardı ederek yeni yazıma başlıyorum. Sanırım içimdeki memur yaz tatillerinde ve sömestrlarda bloga da ara veriyor. Okulların bitişinden bu yana çok şey değişti. Bazıları süper şeyler, bazıları buruk. Buruk sıfatını uygun gördüğüm şeyler yüreğimizde beş yüz futbol sahası büyüklüğünde enkazlar bıraktı. Yeni yeni ayağa kalkıyoruz. Bir süre bebek adımlarıyla ilerleyeceğiz. Ama ilerleyeceğiz. Hayatın kanunu bu. Her gün yeniden güneş doğuyorsa beton yığınlarının ardından, o halde bir şeyler değişmek zorunda.
   Tam bir ay önce bir şey oldu. Bir şey işte. Daha fazla adını duymak istemediğim, tanımlamaktan çekindiğim, alışmaktan korktuğum bir şey. Bu konuda amacım olan biten her şeyi kronolojik sırayla yazmak değil. Siyesete en uzak insan bile (bu ben oluyorum) bu süreçte hayatında hiç izlemediği kadar haber izlemiştir. Olan biten her şeyi herkes kendi süzgecinden geçirip gördü. Ben bir tek duygulardan bahsedebilirim.
   O akşam keyifli bir akşamdı. Evde misafirlerimiz vardı ve kekler pişirilmiş, çaylar demlenmişti. Hepimiz masanın başında toplanmış, ufaktan muhabbete başlamıştık. Sonra bir haber düştü mesaj kutularımıza. Herkes işin aslını öğrenmek için ayrı bir haber sitesinde geziniyordu. Sonra "bu böyle olmaz" dedik. Çay bardaklarını usulca bıraktık. Televizyon kanallarına bakmaya başladık. Başbakan konuştu. "Askeriyenin içindeki birkaç kendini bilmezin kalkışmasıdır" gibi bir laf etti. Askeriyeye dair hiçbir fikri olmayan ben, birkaç kişiden 15-20 kişiyi anlamıştım tabi ki."


     15.10. 2016
     Bu konuya daha fazla devam edemedim. 15 temmuz gecesinden tam bir ay sonra yazmıştım bu satırları. İçim öylesine bir acıyla doluydu ki bilgisayarın başına oturmam tam bir ayımı almıştı. Onda da gücüm ancak üç paragraf yazmaya yetmişti. Bir cümle daha yazsam aynı anlara geri dönüyordum. Bu nedenle usulca taslaklar'a attım yazımı.
     Bugün ise aradan iki ay daha geçti. Şehidlerden birinin üç çocuğuyla birlikte çekildiği fotoğrafa bakıp bakıp ağladığım, bir de mevlüdüne gidip o çocukları canlı canlı görüp tekrar tekrar ağladığım zamandan geriye sadece şehid abimizin metrolardaki fotoğrafları kaldı. Fotoğrafını her gördüğüm yerde gözünün içine bakıp "Abi, emanetlerin başımızın tacıdır. Allah senden razı olsun." diyorum. O güzel insanı yaşarken tanıyamamış olmanın üzüntüsünü hala yaşıyorum. Ama Allah ona öyle şerefli bir ömür ve kavuşma nasip etmiş ki artık adını herkes biliyor. O gecenin daha belki adını bile bilmediğimiz bir sürü kahramanı vardır. Ama nedendir bilinmez ya ben en çok bu abiye özendim, üzüldüm, gurur duydum. Onun ardında bıraktığı evlatları için üzülürken Rabbim öyle bir incelik gösterdi ki hepimize.. Şimdi Sri Lanka'da onun adıyla bir yetimhane yetimlere kucak açacak, yuva olacak. Allah hepsinden razı olsun. 
   Abimizin de hayatını, davasını okuyup dinleyince aklıma hemen şu soru geldi: Allahım böyle hayırlı bir dost, hayırlı bir eş, hayırlı bir evlat nasıl yetiştirilir? Biz başarabilecek miyiz acaba söz konusu vatan olunca hiç düşünmeden ve her şeyinden vazgeçip göğsünü kurşunlara siper edecek kadar yürekli ve imanlı gençler yetiştirmeyi? İşte bu, uzun uzun kafa yormamız gereken bir mesele. Hasılı kelam, onları yetiştiren ana babalardan da, ellerini tutan eşlerden de Allah ebeden razı olsun.
    Abimiz kendisini "Erzincan sempatizanı bir Sivaslı" diye tanıtmış twitter hesabında. Öyleyse Halil abi,bundan böyle ben de "Sivas sempatizanı bir Erzincanlı"yım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder