23 Ekim 2015 Cuma

kaç yıldı hatrı kahvenin?

   Selamlar. Ben bugün çok acayip bir şey yaptım. Aşık oldum! Şaka tabi ki. Hepinizin dikkatini çektiğime göre esas meseleye gelebilirim. Belki duymuşsunuzdur; 22-25 Ekim tarihlerinde Haydarpaşa Garı, bu yıl ikincisi düzenlenecek olan İstanbul Coffee Festival'e ev sahipliği yapıyor. Tanıtımı facebookta gördüğüm ilk andan itibaren -kahveyle uzaktan veya yakından hiçbir alakam olmasa da- biletlerin satışa çıkmasını iple çektim ve fırsat kaçmadan erken satış biletlerinden edindim bir tane. Beraber gitmek üzere sözleştiğim arkadaşımla bu festivalin harika olacağı konusunda kesinlikle hemfikirdik. Ta ki o biletini almaya kalmadan biletler tükenene kadar..
    İşte şimdi hikayenin hüzünlü kısmına geliyorum. Bir ay öncesinden biletimi alıp heyecanla ve daha çok da merakla festival tarihini bekleyen benim için festivalde yalnız olmak fikri pek hoş değildi. Ruhumun en özgüvensiz kısmı etkinliğe tek başıma gitmemin ne kadar korkunç, ürkütücü ve rezilliklerle geçme potansiyeli yüksek olacağı konusunda bana baskı uyguluyordu. Ben de son güne kadar ruhumun bu lanet kısmının etkisi altında bileti elden çıkarmak için samimi bir şekilde uğraştım. Ama belki de bu korkularımla yüzleşmem için bir fırsattı. Festivalden önceki gece kendimi buna inandırdım ve her zamanki korkuyla karışık "sen bunu da yaparsın kızım" tavrımı takındım.
    Bugün ise beklenen festival için hazırlanıp yola koyulduğumda sağanak yağmur bana eşlik ediyordu. Bunun kötü şanstan değil de mevsim şartlarından dolayı olduğunu tekrarladım kendime. Haydarpaşa Garı'ndan içeri adımımı attığımda taptaze kahve kokusu karşıladı beni. Türk kahvesi yapmayı bilmiyor olabilirdim ama kahvenin kokusundan ve hatırından haberim vardı çok şükür. Festival alanının büyüsüne kapılıp birkaç dakika avare bir şekilde etrafta dolaştıktan sonra kendimi toplayıp ilk kahvemi almaya gittim. "İlk" diyorum çünkü üç buçuk saatte hayatımda hiç içmediğim kadar çok kahve içtim.
    Fotoğrafta gördüğünüz sevgili ilk kahvemin en lezzetlisi olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim(Gloria Jean's Coffees). Bir yandan kahvemi yudumlarken bir yandan da festival alanında vagonların arasında dolaşmaya başladım. Kahve dükkanlarının standlarında kahve tadımı için kuyruklar oluşurken birtakım beyaz eşya markalarının standlarında da kahve makinaları tanıtılıyordu. Bununla beraber tatlı ve yemek standları da yerini almıştı peronlarda. Kahvenin çağrıştırdığı her şeyi bulmak mümkündü. Karpostallardan kahve fincanlarına, defterlere ve aksesuarlara kadar.

     İnsanlar kuyruklar oluştururken, vagonlar arasında fotoğraf çektirirken ben bu sırada etrafı seyredip yavaş yavaş geldiğim için memnun olmaya başlamıştım. Sonra uzaklardan gelen müzik sesini takip etmeye başladım. Kalabalığın arasında kahvemi üzerime dökmemeye çabalayarak ilerlerken bir anda kendimi sahnenin önünde buldum. Bu kesinlikle bir canlı müzikti. Liseden sonra bu, dinlediğim  ilk canlı müzik olacağı için çok da heyecanlandım. O sırada sahnede daha önce hiç adını duymadığım bir grup vardı: Gözyaşı Çetesi. "Gel" isimli şarkıları, kendilerini müziğe kaptırmış halleriyle çok güzel bir enerji yayıyorlardı. Kulağım onlardayken hediyelik eşya bakınmaya başladım. Çok orijinal ürünler vardı, en az kendileri kadar orijinal(!) fiyatlara. Yeri gelmişken belirtmeliyim ki çok da öğrenci işi bir organizasyon değildi. Kahveler ne kadar ikramdansa geri kalan ürünler de bir o kadar tuzluydu. Bilet fiyatımın iki katı ücreti aldığım şeylere ödediğim için vicdanım biraz rahatsız açıkçası.
     Kendi başıma olmanın faydaları da vardı. Mesela daha çok insana gülümsedim. İnsanlık için de benim için de büyük bir adımdı bu. Sıkıldığım zamanlarda ise hemen akadaşlarıma telefon açtım. Onlara dediğim zaman bana katılmadıklarına pişman olmaları için gereken her bilgiyi verdim. Ve kesinlikle pişman oldular. Sayılı megabaytlarıma rağmen snapchatimi kahvelere boğdum. Telefonumla ilgilenmediğim sıralarda ise resim sergilerini gezdim. Aralarında inanılmaz parçalar vardı. Farklı farklı sanatçıların bildiğimiz ve içtiğimiz kahveleri  kullanarak ortaya çıkardıkları eserlere ba-yıl-dım. Bunların yanında yine kahve temalı eğlenceli ve rengarek resim çalışmaları da vardı. En inanılmaz geleniyse İlker Sak'ın kahve çekirdeklerine hepsi birbirinden farklı yüz şekilleri vermesiydi ve bu güzelliği ancak büyüteç yardımıyla görebilirdiniz.

     Kahve festivaline gidilir de Barista Şampiyonunun elinden kahve içilmeden dönülür mü? Elbette dönülmezdi. Ve evet, gerçekten de öyle bir şampiyonluk varmış. Özkan Yetik'i ben de daha bir hafta önce keşfetmiş ve merakla birkaç videosunu izlemiştim. İnsanların kahvelerle neler yapabildiklerini görseniz şaşırırsınız. Brew Lab standında Özkan Yetik'i iş başında görünce hemen kuyruğa dahil oldum. En süslüsünden bir kahvesini içtim. Benim gibi bir içine kapanık için bunların ne kadar büyük olaylar olduğunun farkında mısınız? Şimdi kaç yıl hatırı vardır bu kahvenin?

      Festivalde en çok eğlendiğim anlardan birisi de Caribou Dilek Ağacına dileğimi yazdığım andı. Herkes aynı anda kağıtlara eğilmiş, kimisi aşk kimisi kahve ve huzur dolu bir hayat diliyordu. Ben de nasibime düşen kağıdı alıp "Hem kendim hem ailem hem de dostlarım için çok güzel bir hayat diliyorum" yazarak kalabalık panoya iliştirdim dileğimi. Her şey çok güzel olacak..

   Şimdi hazırsanız festivalin beni en çok büyüleyen anına geliyorum. Barış Demirel'in canlı müzik performansı. Barış da ilk defa dinlediğim bir isimdi. Ne kadar şanslıyım ki o an on adım ötemde kanlı canlı bir şekilde icra ediyordu müziğini. Bir müzisyeni izlerken en çok zevk aldığım an, onun gözlerini kapatıp kendini müziğine kaptırdığı andır. İşte Barış'ta tam da bu vardı. İlk önce bir İzlanda ninnisi çaldılar. Daha sonra kendi albümlerinden bir parçayla kapanışı yaptılar. Bense büyülenmiş bir halde bir saatin nasıl geçtiğini anlamadan ayakta dinliyordum onu ve ekibini. Yağmur seans boyunca hiç durmadı ve müzikle tam bir uyum içindeydi. Hem yağmurun ve ışıkların ahenkle birbirlerine karışmalarını izliyor hem de müziğin beni hiç bilmediğim yerlere götürmesine izin veriyordum. Gerçekten Evgeny'den sonra ilk kez birisinin müziğinden bu kadar etkilenmiştim. Çünkü ikisine de baktığınızda bu işi kesinlikle zevkle ve aşkla yaptıklarını anlayabilirdiniz. İkisinin de yaptıkları işe saygı duyuyorum. Bu saygıyı ve değeri müziklerine katan da kendileri. Eh, bu kadar uzun yazı yazıp gönlümün rus efendisi Evgeny'den bahsetmeden edemezdim. Çok alınıyor da böyle şeylere.

Böylece hayatımda bir günü daha kısmen başarıyla atlattım. Benim keşfedebildiklerim buzdağının sadece görünen kısmıydı.Eminim gerçek kahve tutkunları yapacak daha pek çok şey bulabilirler festivalde.  Bu kadar dil döktükten sonra inşallah birkaç kişiyi seneye bana katılmak üzere ikna edebilmişimdir. Bizde yalan yok cemaat, delillerle konuşuyoruz. İyiki şiddetli ısrarlarıma rağmen kimse almak istememiş biletimi. İyiki ruhumun özgüvensiz parçasını dinlememişim. İyiki gelecekte fotoğraflarıma, yazdıklarıma bakıp "Ne güzel gündü be" diyebileceğim bir gün yaşadım. Yaşadığımız her günde iyiki diyebileceğimiz bir an yakalamak duasıyla...
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder