21 Ekim 2015 Çarşamba

Hayaller de vizelere dahil mi?

    Hayru'nun Notu: Ben bu yazıyı yazarken süper babaları anlatan videodan hepizinize tanıdık gelecek James Bay- Let it go (Bearson Remix) adlı şarkıyı dinledim. İzin verin, size de okurken eşlik etsin.

    Bence hayatımın en zorlu aylarını yaşıyorum. Dersleri, ailevi problemleri, olmayan gönül meselelerini bir yana koyarsak yirmi yaşımı anlamlandırmam için sadece birkaç ayım kaldı. Bu yaşımda geçirdiğim on ay boyunca kesinlikle hiçbir şey yapmadım. Ne kendi hayatıma ne de başkalarının hayatına bir incelik katabildim. 
   Şu an "Neden o kadar vaktimi ona harcadım?" diye kafamı duvarlara vurduğum meseleler nedeniyle etrafta aylak aylak dolaştım. Ne kadar şanssız olduğum üzerinde çok kafa yordum. Fakat şimdi "şans da kimmiş?"diyorum. Vaktimi hunharca öldürdüğüm konularda daha yeni yeni "Olmadıysa daha iyisi olacağı içindir" diyebiliyorum. İşte önceki yazımda bahsettiğim teslimiyet buydu. Bazen olmaması daha iyidir. Yukarıda bahsettiğim olmayan gönül meseleleri de buna dahildi. Benim bir gönül meselem yok. Ve bu beni  son zamanlarda en rahat ve özgür hissettiren duygu. Bir klişe olarak aşkın bir hastalık olduğundan bahsetmeyeceğim burada. Ama öyle olduğunu biliyorsunuz değil mi?
    Yani sonuç olarak yirmi yaşımın heba olup gitmesine sadece birkaç ay kaldı. Ve ben bu yaşımda başardığım bir şeylerin olması için çabalıyorum bu günlerde. Üzerimde korku tüneli etkisi oluşturan kalabalıklara giriyorum kendi başıma. Bir an nefesim kesilse de kendi kendimi cesaretlendiriyorum yapabileceğime dair. Tabi "yapabilirim diğ mi?" diye başını şişirdiğim arkadaşlarım da var. İşte öyle böyle korkularımın üzerine gitmeye çalışıyorum. Hiç bilmediğim ortamlara gözü kapalı atlıyorum. Ama bunu yaparken hala sınıfta hapşıramıyorum. İnsan hapşırmaya utanır mıymış? Ben utanıyorum. Çünkü normalde o kadar sessizim ki bir anda hapşırmak derse katılmak gibi bir şey olacak. Ama bu korkumu da yenerim ben evelallah. Yoksa hapşırığımı tutmaktan öleceğimi söylüyor insanlar. Bu yüzden ölürsem çok üzüleceğim kayıtlara geçsin.
    Çocuğunu her daim komşusunun çocuğuyla yarıştıran annelere döndüm iyice. Yirmi yaşıma on dokuz yaşıımın ne kadar harika olduğunu anlatıp duruyorum. En az onun kadar dolu dolu ve eğlenceli olsa yeter. On dokuz yaşımın hayatıma en büyük kıyağı hepsi birbirinden farklı ve birbirinden müthiş insanlarla arkadaş olmam oldu. Düşünsenize benim liberal iktisatçı bir arkadaşım bile var. Senin iktisatla ne işin olur demeyin, çok şey öğrendim sayesinde. Mimarımı, tasarımcımı, doktorumu saymıyorum bile. Geri kalan her konuda nasıl bocaladıysam arkadaşlıklarım konusunda bir o kadar iyiydim. Yirmi yaşımda bu arkadaşlıkları dostluğa çevirmekten başka hiçbir şey yapamadım. Hayallerimle o kadar meşguldüm ki gerçekleri kaçırdım. Bu dünyadan, bu ülkeden, bu hayattan ölesiye sıkılışım beni hayallere itti. Ama hayaller icraatları da gerektiriyormuş. Bunun farkına daha yeni vardığım için kendimden pek haz etmesem de bir şeyleri değiştirmek  için çabalıyorum. Zaten biz insanlara düşen çabalamak değil mi? Olur mu olmaz mı bilmeden yalnızca çabalamak. Çabalamak için geldik dünyaya. Fakat bunun bile hakkını verememişim bu zamana kadar.
    Artık hatalardan dolayı içine kapanmayı bırakıp elini taşın altına sokmak zamanı. Başaramadığımız her şey için kaderi suçlamak iyi fikir ama gerçek dünyada bir karşılığı yok hocam. Ne kadar ekmek, o kadar köfte! demişler. Son birkaç haftada bir şeylerin içine balıklama atlayışım bundan ötürü işte. Güzelleştirmem, anlamlandırmam gereken bir yirmi yaşım var. Bu vesileyle altı senedir her yaşımı bir yönüyle mükemmel kılan kızlarıma da teşekkürü bir borç bilirim. 
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder